Translate

14 Nisan 2014 Pazartesi





                                                           Yeni Çanakkale Filmleri


  *Savaş muhabiri Keith Murdoch, kanlı savaş meydanlarından uzaktaki konforlu, güvenli ve huzur dolu karargahlarında İngiliz komutanlar için savaşın bir oyuna dönüştüğünü; çünkü kendilerinin canının tehlike altında olmadığını söylüyordu. Murdoch, İngiliz Başkomutan Hamilton’ı Çanakkale Savaşları’nda onbinlerce insanın ölümünden sorumlu tutuyordu.
*Keith Murdoch, İngiliz komutanların yanlış kararlarının Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerlerin kitleler halinde katledilmesine yol açtığını ortaya çıkardı; bunu yazmasıyla İngiliz başkomutanın işgal ordularını Çanakkale Yarımadası’ndan çekmesine ve İngiltere’de hükümetin düşmesine yol açtı.
*Keith Murdoch, Çanakkale Savaşı’nı bitiren, Çanakkale’de daha fazla insanın ölmesini engelleyen kişi olmuş ve tarihi değiştirmeyi başarmıştı. Keith Murdoch’un savaşın kaderini değiştiren başarısını çok yıllar sonra öğrendiğinde oğul Rupert Murdoch kelimenin tam anlamıyla büyülenecekti.
*“Tell England / The Battle of Gallipoli-Anlat İngiltere / Gelibolu Savaşı” (1931) ve  ”Gallipoli-Gelibolu”dan (1981) sonra Çanakkale Savaşları “The Water Diviner” (2014) ve “Queen of the Desert-Çölün Kraliçesi”ne de (2015) konu oldu.
*Osmanlı ordusunda görevli askerlerin çok büyük çoğunluğu okur yazar olmadığından Osmanlı askerlerinin Birinci Dünya Savaşı deneyiminden geriye günlük veya mektup gibi yazılı belge kalmamıştır.Bu da o günleri anlamak isteyenler için çok büyük bir kayıptır.
*** ***
Serüvenleri “Indiana Jones” filmlerine bile esin kaynağı olan, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasında, Ortadoğu’daki Osmanlı mirasının paylaştırılmasında ve bugünkü Ortadoğu haritasının çizilmesinde büyük rol oynayan kişilerden biri olan İngiliz kadın yazar, gezgin, arkeolog, haritacı, hükümet temsilcisi, casus Gertrude Bell (1868-1926)  Alman yönetmen Werner Herzog’un 2015 yılına yetiştirilmeye çalışılan “Queen of the Desert-Çölün Kraliçesi” adlı filminde Nicole Kidman tarafından canlandırılacak ; bu filmde yan temalardan biri Çanakkale Savaşı…Başka bir kadınla evli olan subay Charles Doughty- Wylie ile 1913-15 arasında bir dizi aşk mektubuyla belgelenen büyük bir aşk yaşayan ve hiç evlenmeyen  Gertrude Bell sevgilisinin 1915’te Çanakkale Savaşları’nda ölmesi üzerine bunalıma girmişti. Yaşamına aşırı dozda uyku hapı içerek kendi elleriyle son veren Gertrude Bell, Bağdat’taki İngiliz mezarlığında toprağa verilmişti.
*** ***
Russell Crowe’lu “The Water Diviner” 1919 yılında Türkiye’ye gelerek Çanakkale savaşlarında kaybolan oğullarının izini süren Avustralyalı bir babanın öyküsünü konu alıyor.
*** ***
İngiltere, çıkarları her tehlikeye düştüğünde, her fırsatta (1899-1901 arasında Çin’deki Boxer isyanında, Yeni Zelanda yerlileri ayaklandığında ya da Hollanda asıllı Güney Afrikalıları katletmek için) Avustralyalı askerleri cepheye sürmüş ve onların kanını akıtmıştı…
Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerler 1915’in Gelibolu’sunda İngiltere’nin çıkarlarını korumak için karaya çıktıklarında rüzgara açık kayalıklarla dolu bir sahilde bulmuşlardı kendilerini. Bunlardan 16 bin kadarı öldü ya da yaralandı. İngiliz generaller her türlü güvenliğe, konfora, rahata sahip cepheden uzak karargahlarında içkilerini yudumlarken İngiltere’nin sömürgelerinden gelen askerleri kitleler halinde ölüme yolluyorlardı.
Bugün kişisel servetinin 13 milyar doların üzeri olduğu hesaplanan ve 1985’te 20th Century Fox Şirketi’ni satın alan Avustralya asıllı işadamı Rupert Murdoch’un (1931 doğumlu) babası Keith Murdoch (1885-1952) o dönemde korkusuz bir savaş muhabiriydi; 1915’te Gelibolu’nun can pazarına, yeryüzü cehennemine, insan mezbahasına dönüşen sahillerini karış karış dolaşmıştı.
Keith Murdoch, İngiliz yüksek komutanların yanlış kararlarının Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerlerin kitleler halinde katledilmesine yol açtığını ortaya çıkardı; bunu yazmasıyla İngiliz başkomutanın işgal ordularını Çanakkale Yarımadası’ndan çekmesine ve İngiltere’de hükümetin düşmesine yol açtı.
Keith Murdoch, Çanakkale Savaşı’nı bitiren, Çanakkale’de daha fazla insanın ölmesini engelleyen kişi olmuş ve tarihi değiştirmeyi başarmıştı. Keith Murdoch’un savaşın kaderini değiştiren başarısını çok yıllar sonra öğrendiğinde oğul Rupert Murdoch kelimenin tam anlamıyla büyülenecekti.
Keith Murdoch babası Papaz Patrick Murdoch’un Avustralya Başbakanı Andrew Fisher’la (1862-1928) arkadaşlık ilişkisini kullanarak o sıralarda Mısır’da konuşlanmış Avustralyalı askerlerin dert, sıkıntı, şikayet,isteklerini öğrenmek ve dile getirmek için özel bir izin koparmıştı.
Keith Murdoch, Kahire’ye ulaştığında buradan Çanakkale’deki İşgal Ordusu Başkomutanı General Sir Ian Standish Monteith Hamilton’a (1853-1947) mektup yazarak Çanakkale’ye davet edilmesini talep etti.
Hamilton, Keith Murdoch’a olumlu cevap verince de Murdoch 2 Eylül 1915 Perşembe günü İmroz Adası’ndan (Imbros; Gökçeada) savaşa komuta eden General Hamilton’ın yanına ulaştı.
Murdoch, kısa sürede London Telegraph Gazetesi’nin aşırı içki tüketmekten erken yaşta ölecek savaş muhabiri Ellis Ashmead-Bartlett (1881-1931) ile arkadaş olmayı başardı.Bartlett, Keith Murdoch’un tanıklık notlarını, gözlemlerini ve İngiliz komuta kademesine yönelttiği suçlamaları içeren mektubu yakından tanıdığı İngiltere Başbakanı Herbert Henry Asquith’e (1852-1928) ulaştırma görevini üzerine aldı.
Keith Murdoch, kanlı savaş meydanlarından uzaktaki konforlu, güvenli ve huzur dolu lüks karargahlarında İngiliz komutanlar için savaşın bir oyuna dönüştüğünü; çünkü kendilerinin canının tehlike altında olmadığını söylüyordu.
Murdoch Başkomutan Hamilton’ı onbinlerce insanın ölümünden sorumlu tutuyordu.
Keith Murdoch’a en büyük destek London Times (The Times) Gazetesi yöneticisi Lord Nortcliffe’den (1865-1922)  geldi…Lord Nortcliffe (uzun ismiyle: Alfred Charles William Harmsworth) Çanakkale Saldırısı’na en başından itibaren karşıydı; Keith Murdoch’un eleştirilerinin bunları duyması gereken herkes tarafından öğrenilmesi için kudretini ve nüfuzunu kullandı.
Kısa süre içinde Keith Murdoch’un eleştirilerle, suçlamalarla dolu mektubu İngiltere Başbakanı Herbert Henry Asquith’e iletildi; mektup İngiltere bakanlar kurulunda hararetli tartışmalara neden oldu. Tartışmalara Keith Murdoch’un babasının arkadaşı olan Avustralya Başbakanı Andrew Fisher da katılacaktı… Savaştan sorumlu İngiliz Bakan Lord Kitchener (1850-1916) Çanakkale’den çekilmeye şiddetle karşı çıktığı gibi, “Çanakkale’den çekilirsek yakında Mısır’ı bile kaybederiz,” diyordu.
Ancak, Keith Murdoch’un mektubu taşları bir kere yerinden oynatmıştı; önce başkomutan Hamilton görevini bırakmak zorunda kaldı.Bir süre sonra da işgal orduları Çanakkale’den tümüyle çekildi.
Bu bir “İradenin Zaferi” öyküsü olarak tarihe geçti.
General Sir Ian Standish Monteith Hamilton’a göre Keith Murdoch’un mektubu İngilizlerin Çanakkale Savaşı politikasının değişmesine yol açan zincirleme tepkiler yaratmış ve sonuçta buradaki yenilgiye yol açmıştı!
(Rupert Murdoch ile daha geniş bilgi için William Shawcross tarafından yazılan “Medya İmparatoru Rupert Murdoch: Yaşam ve Yükseliş Öyküsü” adlı kitaba başvurulabilir)
*** ***
İngiltere Başbakanı Herbert Henry Asquith, Kenneth Branagh ile ilişkiye girerek O’nun Emma Thompson ile evliliğinin yıkılmasına yol açan ve şu anda yönetmen Tim Burton ile evli oyuncu Helena Bonham Carter’ın büyük büyük dedesidir…
Helena Bonham Carter, “The Wings of Dove-Güvercinin Kanatları” (1997) ve “The King’s Speech-Zoraki Kral”la (2010) iki kez OSCAR ödülü adaylığı elde etmiştir.
*** ***
Ernest Raymond (1888-1974) tarafından yazılan Şubat 1922’de yayınlanan “Tell England” adlı roman beyazperdeye de iki kez uyarlanmış ve ortaya çıkan ilk film 1931’de dünya sinemalarında gösterime sunulmuştu…Bu filmin adı:  “Tell England / The Battle of Gallipoli-Anlat İngiltere / Gelibolu Savaşı ”dır…
Çanakkale Savaşları döneminde İngiltere Başbakanı olan Herbert Henry Asquith’in  (1852-1928) oğlu olan  Anthony Asquith (1902-1968) ve Geoffrey Barkas (1896-1979) tarafından yönetilen “Anlat İngiltere /Gelibolu Savaşı”,  hem  1914-1918 yılları arasında üç milyonu Osmanlı İmparatorluğu yurttaşı toplam onaltı buçuk milyondan fazla insanın hayatına malolan  Birinci Dünya Savaşı üzerine yapılmış en müthiş filmlerden biridir, hem de ilk Çanakkale Savaşı filmidir…
Yönetmen, senaryo yazarı, sinemasever Halit Refiğ  bu satırların yazarına, “Çanakkale Geçilmez” adıyla Türkiye sinemalarında gösterilirken bu filme, gereken saygıyı göstermediğimizi ve Türkiye’de çekilen bazı ek, yama sahneler montajladığımızı anlatmıştı.
“Tell England” adlı roman yönetmen Peter Weir’ın ”Gallipoli-Gelibolu” (1981; Yönetmen: Peter Weir) adlı filmine de temel kaynak oldu.
Altı kez OSCAR ödülü adayı Peter Weir 1976’da Gelibolu ziyaretinde savaş sahasında dolaşırken bazı savaş kalıntıları da bulmuştu.
Peter Weir, “Gelibolu” filmi (1981) için gereken parayı Rupert Murdoch ile Robert Stigwood’un film yapım şirketi R & R Film’den ve Avustralya Film Komisyonu’ndan sağladı.
“Gelibolu” 2 milyon 600 bin Avustralya dolarına malolurken, Mel Gibson bu filmden ücret olarak 35 bin Avustralya doları aldı.
“Gelibolu”ya para akıttıktan birkaç yıl sonra dev Amerikan şirketi 20th Century Fox Film Stüdyosu’nu satın alacak olan işadamı Rupert Murdoch’un da (1931 doğumlu; serveti: 13 milyar dolar üzeri) Çanakkale Savaşlarına karşı özel bir ilgisi vardı;  Babası Keith Murdoch (1885-1952)  1915’te Gelibolu’ya Avustralyalı gazeteci olarak gelmiş ve buradan gazetelere yazdıkları, gözlemleri, tanıklıkları büyük yankılar uyandırmıştı.
“Gelibolu” filminin öteki yapımcı ortağı  Robert Stigwood ise “Jesus Christ Superstar” (1973), “Tommy” (1975), “Saturday Night Fever” (1977) , “Grease” (1978) ve “Evita” (1996) gibi çok başarılı beyazperde müzikallerinin Avustralyalı yapımcısıydı.
Peter Weir’ın “Gallipoli-Gelibolu”su Venedik Film Festivali’nde büyük ödül Altın Aslan için yarışacak ve Avustralya filmi “Gelibolu” Kuzey Amerika’da en yabancı film dalında Altın Küre ödülü adaylığı elde edecekti.
*** ***
Akademisyen yazar Erik Jan Zürcher “Ölüm ile Firar arasında / Osmanlı Askerinin 1. Dünya Savaşı deneyimi” başlıklı makalesinin bir yerinde şunları yazmıştır:
Son 25 yıllık süreçte, 1. Dünya Savaşı araştırmalarının geniş ve verimli alanında savaş tarihine belirli bir yaklaşım; Martin Middlebrooks’un ünlü “The First Day on the Somme” (1971) adlı çalışmasıyla John Terraine’in çeşitli çalışmalarıyla özetlenebilecek yaklaşım popüler hale gelmiştir. Savaş deneyimine odaklanmak için savaşın sosyal tarihinin yazılması girişiminde 1. Dünya Savaşı’na “aşağıdakilerin” deneyimleri incelenerek yaklaşılır. Siperlerde hizmet vermiş, ambulansları kullanmış ve fabrikalarda mermi üretmiş insanların bakışına öncelik veren bir yaklaşımdır bu…
Tarihin bu tarzda yazımı için Avrupa’da mektuplar, günlükler, hikayeler, şiirler, tablolar, otobiyografiler (anılar) ve sözlü tarih gibi bol miktarda materyal mevcuttur. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise tamamen farklı bir durum söz konusudur ve basit bir sebebi vardır. Osmanlı ordusunda görevli askerlerin çok büyük çoğunluğu okur yazar değildi.(…)
Birliklerde bazen onbaşı veya çavuşlar resmi yazıcı işlevi görüyor; kendilerine dikte edilen mektupları yazıyorlardı. Ancak köylerden cepheye yeni gelenlere haberlerin sözlü olarak verilmesi daha yaygındı. Aynı şekilde taburcu edilen veya tedavisi süren askerler de mesajları aynı şekilde alıyordu. Bütün bunların anlamı, Osmanlı askerlerinin geriye günlük veya mektup gibi yazılı belge bırakmamış olmasıdır. Ayrıca resim yapmanın Sünni İslam tarafından hoşgörülmemesi nedeniyle elimizde herhangi bir çizim de yoktur. Türkiye’de sözlü tarih yaygın olmakla birlikte son üç dört yıllık dönemde daha çok yazılı belge, 1. Dünya Savaşı araştırmalarında kullanılmaya başlanmıştır.
Osmanlı askerinin hayatta kalmaya çalıştığı koşulları anlatan birkaç kaynak vardır ama tek istisna dışında hepsi tipik “tepeden aşağıya” tarzında dökümanlardır. Dolayısıyla savaşı yüksek rütbeli subayların bakış açısından anlatırlar.
Ali İhsan Paşa, Cemal Paşa, Ahmet İzzet Paşa (Furgaç), Selahaddin Adil Paşa, Halil Paşa (Kut), Mustafa Kemal Paşa (Atatürk), Kazım Karabekir Paşa gibi Osmanlı subayları ile Liman von Sanders, Kress von Kressenstein, Kannengiesser, von Gleich, Guhr, Guse, von Seeckt gibi Alman subayların, hatta Pomiankowski gibi Avusturyalıların yazdığı hatıralar ve otobiyografiler de mevcuttur.
Önemli bir kaynak da, Osmanlı İmparatorluğu’na hizmet veren ve sayıları 18 bin ile 20 bin arasında olduğu tahmin edilen Alman askeri misyonu üyelerinden oluşan Asya Gazileri Derneği’nin yayınladığı bültenlerdir. Ayrıca aynı derneğin yayınladığı “Kafkaslarla Sina Çölü Arasında” adlı yıllıklar da bir başka kaynaktır.
Alman – Osmanlı ittifakının karmaşık yapısı bugüne kadar geniş olarak araştırılmıştır ama bu çalışmalar temelde diplomatik olup doğası gereği çok fazla askeri içerikli değildir. Osmanlı’nın savaşta gösterdiği çabalarla ilgili olarak, Ankara’daki Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı Savaş Tarihi ve Stratejik Araştırmalar Başkanlığı tarafından yayınlanan geniş kapsamlı resmi tarih vardır. Ancak belirli çarpışmalara ve cephelere ağırlık verilmiş olması nedeniyle bölgesel tarih niteliğinde olup 1. Dünya Savaşı’nın genelini vermekten uzaktır. Türkiye’de bu alanda gösterilen çabaların daha çok 1919 ile 1922 arasındaki İşgal ordularının Türkiye’den sökülüp atılmasına odaklandığı görülür. 1. Dünya Savaşı’na ise İstanbul’da iki savaş arası dönemde yayınlanan Askeri Mecmua isimli yayının tarih bölümlerinde bir miktar yer verilmiştir. 1955 yılına kadar Türkçe dilinde 131 yayın çıkmıştır. Bu miktar ise, aynı dönemde İngilizce, Fransızca ve Almanca yayınlanan yayınların sadece binde ikisine denk gelir.
Avrupa dillerinde Osmanlı savaşının tek detaylı tarihi, Maurice Larcher’in “La guerre turque dans la guerre mondiale” (Paris, 1926) adlı kitabında yer alır. Savaşın ekonomik ve sosyal tarihi için Ahmet Emin Yalman’ın “Dünya Savaşı’nda Türkiye” (Yale, 1930) adlı kitabı öncelikli ve vazgeçilmez bir kaynaktır.
Türk Genelkurmayı arşivleri yabancılara (ve aynı zamanda birçok Türk araştırmacısına) tamamen kapalıdır. Yabancı arşivler arasında Freiburg’daki Alman askeri arşivleri (Bundesarchiv-Militararchiv veya kısaca BA-MA) emsalleri arasında en iyisidir. Bununla birlikte bunların da kendine özgü sınırlamaları vardır. Birinci Dünya Savaşı’ndaki Alman İmparatorluğu’nun kendine ait ulusal kara kuvvetleri olduğu pek söylenemez. Sadece deniz, hava kuvvetleri ve sömürge birlikleri emperyal kuvvetlerdi. Ordunun geri kalanı ise, Prusya, Bavyera, Württenberg ve Saksonya birliklerinden meydana geliyordu. Bunlar normalde birbirinden ayrı birimler olup, savaş zamanında genelkurmayın tasaruffuna verilmekteydi. Bunun sonucu olarak Alman İmparatorluğu’nun herhangi bir merkezi arşivi yoktu. Askeri birlikler temelinde en önemlisi hiç kuşkusuz Prusya’ydı. Ne yazık ki, Nisan 1945’te Almanya bombardımanla dümdüz edilirken, müttefiklerin Potsdam’a düzenlediği hava baskını sırasında Prusya ordusuyla ilgili belgelerin yüzde 98’i yok oldu. Ortadoğu’da hizmet veren Alman subayların büyük çoğunluğunun Prusyalı olması nedeniyle bu büyük bir kayıptır.
Az sayıdaki Bavyeralı subay için (ki aralarında Kress von Kressenstein da vardır) Bavyera Kraliyet Ordusuyla ilgili belgelerin korunduğu Münih’teki Bavyera Eyalet Merkez Arşivleri’ne başvurmak faydalı olacaktır.
Hollanda Devlet Arşivlerinde, İstanbul elçiliğinden gelen politik raporlara başvurdum. Hollanda’nın tarafsız olması ve bu konumunun 1. Dünya Savaşı boyunca devam etmesi nedeniyle bu ülkedeki arşivler araştırmalarıma bazen ilginç bilgiler sundu.
Bu kaynakların hepsinin ortak yönü, “tepeden aşağıya” vizyonunu paylaşmasıdır. Böyle bir vizyona sahip oluşları, onları savaş deneyiminin realitelerinden uzaklaştırır. Çünkü savaştaki kayıpları acı verici ölümler olarak görmek yerine insan gücü kaybı (istatistik) problemi gibi görürler. Askerlerin yaşam koşullarına kayda değer dikkat gösteren tek subaylar, imparatorlukta hizmet vermiş olan Alman doktorlarıdır.
Dolaylı yoldan da olsa askerlerin sesini bize ileten tek kaynağın, Mısır ve Mezopotamya cephelerindeki İngiliz askeri istihbaratı ile Selanik, Dardanel (Çanakkale) ve İran’daki keşif birliklerinin gündelik ve haftalık “istihbarat özetleri” olduğu söylenebilir. Bu istihbarat özetlerinde ajanların raporları ve tarafsız gezginlerin verdiği bilgiler temel alınmıştır. Ayrıca Osmanlı savaş esirleriyle asker kaçaklarının sorgulanmasından elde edilen bilgiler ile Osmanlı savaş esirlerinin mektuplarını da içerir.
Yazının daha önceki bölümlerinde Osmanlı askerlerinin büyük kısmının okuryazar olmadığı belirtildiği için bir çelişki var gibi gözükebilir. Ancak bu noktada savaş esirleri ile asker kaçaklarının büyük kısmının Ermeniler olduğu unutulmamalıdır. Ermeni ve Rumlar arasındaki okur yazarlık oranı, kırsal kesimde bile Müslümanlardan daha yüksektir.





Alıntıdır:  Hakan Sonok 




   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder